YGS-LYS’ten Önce Ne Vardı? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Açısından Bir Bakış
Yıllar önce, üniversiteye girebilmek için girilen YGS ve LYS sınavları, her Türk gencinin hayatında önemli bir yer tutmuştu. Ancak, zaman içinde bu sınavların değişmesiyle birlikte, “YGS-LYS’den önce ne vardı?” sorusu, yalnızca eğitimdeki bir değişimi değil, toplumsal yapımızdaki dönüşümleri de anlamamıza yardımcı olabilir. Bu yazıda, bu değişimi, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden inceleyeceğim.
Sınavlar ve Toplumsal Yapı: Bir Değişim Aracı
YGS ve LYS, genellikle “zorunlu” bir geçiş dönemi olarak görülüyordu. Üniversiteye girebilmek için her genç, ister istemez bu sınavlara giriyor, çok sayıda ders çalışarak sınav gününü bekliyordu. Ancak bu sürecin her genç için aynı olmadığı, toplumsal yapının her bireyi farklı şekilde etkilediği çok netti. Sosyoekonomik statü, cinsiyet ve toplumsal normlar, bu dönemin şekillenmesinde önemli rol oynadı.
Birçok gencin bu sınavlara girmekte zorlanmasının arkasında, ailelerin eğitim konusunda sahip olduğu imkanlar ve beklentiler yatıyordu. Özellikle kırsal kesimde yaşayan veya maddi durumu yeterli olmayan öğrenciler için eğitim, çoğu zaman hayalden öteye gidemedi. Çünkü, üniversiteye giriş süreci, maddi imkanları zorlayıcı bir hal alabiliyor, büyük şehirlerdeki üniversiteler daha ulaşılmaz hale gelebiliyordu.
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Kadınların ve Erkeklerin Farklı Sınav Hikayeleri
Bir kadının ya da erkeğin üniversiteye giriş yolculuğu, yaşadığı çevre, ailesinin yaklaşımı ve toplumun beklentileriyle şekilleniyordu. Örneğin, İstanbul’da toplu taşımada her gün gözlemlediğim sahneler, kadınların toplumsal cinsiyet rollerine dair bazı ipuçları veriyor. Kadın öğrencilerin çoğu, sınavlara hazırlanırken hem ev işlerine yardımcı olma hem de dışarıda çalışarak aile bütçesine katkı sağlama sorumluluğu taşıyorlardı. Bu durum, onlara sınav sürecinde fazladan bir yük getiriyor, bazen hayallerine ulaşmalarını engelliyordu.
Erkekler ise daha özgür bir şekilde sınav hazırlığına odaklanabilirken, toplumsal cinsiyet normları onları bazen eğitim sürecinde “yetersiz” hissettirmiyor, aksine “başarı”ya odaklanmalarına fırsat veriyordu. Ancak, her iki cinsin de yaşadığı toplumsal baskılar farklıydı. Kadınlar, çoğu zaman eğitimde başarılı olsalar dahi, toplumsal normlara göre geleneksel rollerine uygun bir şekilde “evlenmeleri” veya “annelik” gibi sorumluluklar almaları bekleniyordu. Bu baskılar, kadınların kariyer hedeflerine odaklanmalarını zorlaştırıyordu.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet: Eşitsiz Fırsatlar
YGS ve LYS dönemine dair en çarpıcı örneklerden biri de, eğitimdeki eşitsizlikti. İstanbul gibi büyük şehirlerde, eğitim olanakları daha fazla olmasına karşın, farklı mahallelerdeki gençlerin bu fırsatlardan yararlanabilme düzeyleri çok farklıydı. Birçok kez, otobüste, toplu taşımada ve sokakta konuşmalarını duyduğum gençlerin, eğitimdeki fırsat eşitsizliği üzerine söyledikleri, toplumsal adaletin ne kadar önem taşıdığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Bazı öğrenciler, sınav sürecinde özel derslere, kurslara gitme şansı bulabilirken, bazıları için sınav hazırlığı sadece okuldaki öğretmenlerin rehberliğinde kalıyordu. Zengin ailelerin çocukları, özel dersler ve okul dışı aktivitelerle avantajlı bir pozisyona gelirken, düşük gelirli ailelerin çocukları bu imkanlardan faydalanamıyordu. Bu durum, yalnızca kişisel bir eşitsizlik değil, aynı zamanda toplumsal adaletsizliğin bir yansımasıydı. Toplumsal cinsiyetin ve ekonomik durumun eğitim yolunda oluşturduğu engeller, gençlerin hayatlarının şekillenmesinde etkili oluyordu.
Sokakta ve İşyerinde Gözlemler: Farklı Hayatlar, Aynı Sınav
Sokakta, toplu taşımada ve işyerlerinde gözlemlediğim bir diğer durum ise, bu eşitsizliklerin toplumun her kesiminde hissedilmesiydi. Mesela, toplu taşıma araçlarında, üniversiteye hazırlanan gençlerin sohbetlerini sıkça duyuyorum. Kimisi sırt çantasında kitaplar taşıyarak sınav hazırlığını sürdürüyor, kimisi ise kendi şehri dışında üniversite eğitimi alabilmenin hayalini kuruyor. Ancak bazıları, YGS ve LYS’yi, üniversiteye gitmek için son şansları olarak görüyor ve bu sürecin psikolojik baskısıyla mücadele ediyor.
İşyerlerinde ise, üniversite mezunu olmanın getirdiği ayrıcalık, bazen erkeklere bazen de kadınlara daha kolay bir yol açıyor. Ancak eğitimdeki eşitsizlik, işyerlerinde de kendini gösteriyor. Kadınların daha fazla engelle karşılaşması, toplumsal cinsiyet rollerinin işyerine yansıması, çoğu zaman başarılı olsalar dahi erkeklerin bir adım daha önde olmasını sağlıyor. Bu durum, üniversiteye giriş sürecinde olduğu gibi, sosyal adaletin eksikliğini gözler önüne seriyor.
Sonuç
“YGS-LYS’ten önce ne vardı?” sorusunu, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden ele almak, eğitim sisteminin toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve dönüştürdüğünü anlamamıza yardımcı oluyor. Her bireyin sınav yolculuğu, sahip olduğu imkanlar, toplumsal rol ve ailevi sorumluluklar doğrultusunda şekilleniyor. Bu süreç, yalnızca bir sınavdan ibaret değil; aynı zamanda eşitsizliğin, fırsat eşitsizliğinin ve toplumsal baskıların bir yansıması. Bu farkındalık, eğitimde daha adil bir düzen için toplumsal dönüşümün gerekliliğini ortaya koyuyor.